Citizenfour (Laura Poitras, 2014) & Snowden (Oliver Stone, 2016)
- Hakan Ünseven
- 11 Haz 2020
- 3 dakikada okunur

2013’ün Haziran ayında Türkiye Gezi protestolarıyla çalkalanırken dünya Edward Snowden ismiyle yatıp kalkıyordu. Bu sebepten Snowden olayı ortaya çıktığında buralarda yeteri kadar konuşulmadı. Peki neydi Snowden olayı?
Edward Snowden bir CIA – NSA (Ulusal Güvenlik Örgütü) çalışanıydı. Son görev yeri Hawaii’deydi. Orada bulunan büyük bir merkezde Çin’e karşı kullanılmak üzere yazılımlar üretiyordu. Bir SD karta bazı önemli bilgiler yükledi. Hawaii’den ayrıldı ve 3 Haziran 2013’de Hong-Kong’ta bir otel odasında 3 önemli gazeteciyle buluştu. Onlara ülkesinin güvenlik kuruluşlarının nasıl tüm dünyayı istediği şekilde dinleyebildiği, manipüle edebildiği, pasif bilgisayar kameralarından görüntü alabildiği, cep telefonlarından her türlü sosyal medyaya kadar herkesin bütün özel konuşma ve yazışmalarının izlenebildiğini kanıtlayan belgeler verdi ve olay kısa sürede patladı. (“Patladı da bugüne kadar ne oldu?” sorusu ayrı bir hikaye elbette)
İşte Citizenfour (2014) ve Snowden (2016) bu olayları anlatan iki güzel eser. Bunlardan ilki bir belgesel, diğeri kurmaca bir film. Ancak her iki film de birbirini gayet güzel tamamlıyor. O yüzden daha önce seyretmediyseniz beraber izlemekte fayda var.
Citizenfour gerçekten eşsiz bir belgesel. Eşsiz kelimesini laf olsun diye kullanmıyorum. Bu belgeseli eşsiz kılan çok önemli bir özelliği var. Normalde bir olay olur, ses getirir, birçok yerde haberini okuruz. Sonra birisi bunun belgeselini yapalım der, uğraşıp çeker ve seyrederiz. Citizenfour’u eşsiz yapan belgeselin daha olay olurken, yankısı patlamadan çekilmeye başlanması. Yönetmen Laura Poitras’ın bile filmini çekerken işin nasıl sonuçlanacağını bilememesi. Dahası her an CIA’in olaya müdahale ederek çekimlere engel olması olasılığı. Tüm bunlar Citizenfour’u çok önemli bir film yapan özellikler.

Belgeselin yönetmeni Laura Poitras, Snowden’ın Hong-Kong’ta bir otel odasında buluştuğu 3 gazeteciden biri aynı zamanda. Diğer iki gazeteci bağımsız çalışan Glenn Greenwald ile The Guardian’ın tecrübeli İskoç gazetecisi Ewen MacAskill. Poitras genelde kamera arkasında olduğundan odada ağırlıkla diğer üçünün konuşmalarını izleriz. 3 Haziran 2013 günü filmimiz başlar ve yaklaşık bir hafta otel odasında Snowden, Amerikan devletinin kirli istihbarat ağının insanların özel hayatlarına nasıl nüfuz ettiğini anlatır. Günler ilerledikçe gazeteciler haber geçmeye başlar.
Poitras belgeseline televizyon haberlerinin görüntülerini, olayla ilgili yine haber televizyonlarında yapılan konuşmaları da gayet güzel yerleştirmiş. Gazetecilerin haberleri yayınlatmak için verdikleri mücadelenin de altını çizelim. Sonuçta dünyanın en güçlü devletinin hiç de hoşuna gitmeyecek tarzda bir haber yapıyorsunuz ve bu hiç de kolay değil.
Citizenfour birçok ödül almış bir yapım. Bunların en önemlileri Oscar ve Bafta’da aldığı “En İyi Belgesel Film” ödülleri elbette. 8.0’lik IMDB puanını da kesinlikle hak ediyor. Bana sorarsanız fazlasını da.

Citizenfour’un gösteriminden 2 yıl sonra vizyona giren Snowden ise bu olayın kahramanı Edward Snowden’ın hayatına odaklanan bir film. Snowden bir asker ailesinde büyümüş, milliyetçi duyguları gayet kabarık ama vicdanını da dinleyen bir kişiliğe sahip. O da önce asker olarak ülkesine yararlı olmak için özel kuvvetlere katılıyor. Ancak sağlık sorunları askerlik kariyerini neredeyse başlamadan bitiriyor. Snowden aynı zamanda kendi kendini yetiştirmiş yetenekli bir bilgisayarcı (kimine göre hacker). Bu alanda çalışmak için CIA’ye başvuruyor ve sınavları başarıyla geçerek teşkilata kabul ediliyor. Ancak zaman içinde teşkilatta gördükleri onun vicdanını epey sarsacak ve bir seçim yapmaya zorlayacak.
Film iki ana damardan ilerliyor. İlki Snowden’ın CIA içindeki hayatı ikincisi ise Citizenfour filminde izlediğimiz 3 Haziran 2013 tarihinden sonraki hayatı. Bir yan hikaye olarak kız arkadaşı Lindsay Mills ile olan ilişkisini de sayabiliriz. Özellikle Citizenfour’da teorik olarak anlatılan yasadışı izleme – dinlemenin nasıl yapıldığı filmde oldukça anlaşılır bir biçimde gösterilmiş ki kanımca filmin en güçlü yanı burası. Snowden rolünde Joseph Gordon-Levitt çok başarılı. Özellikle ses konusunda gerçek hayattaki Snowden’ı neredeyse bire bir konuşuyor. Nicolas Cage, Zachary Quinto ve Tom Wilkinson gibi güçlü aktörler yan rollerde filmin kalitesini arttırmış.
Yönetmen koltuğu böyle bir anti-amerikan film için olabilecek en iyi isimle yani Oliver Stone ile dolmuş. Özellikle Stone’un kurguladığı son sahne tam bir demokrasi ve insan hakları dersi içeriyor. Hemen ardından Peter Gabriel’in bu film için bestelediği “The Veil” isimli şarkıyla filme güzel bir kapanış klibi yapılmış. Yüksek IMDB notu (7.3) seyircinin beğenisini yansıtıyor.
Citizenfour ve Snowden teknoloji gelişirken devletlerin özel hayatlarımız üzerinde kurduğu hegemonyanın da aynı oranda geliştiğini anlatan iki güzel film.
Peter Gabriel'in Oliver Stone'un Snowden (2016) filmi için yazdığı şarkısı The Veil
Comments